2 Kasım 2010 Salı
Çanakkale yi ayağımıza getiren Çılgın Türk Ahmet Uslu ile Röportaj
Röportaj: CELAL DURGUN
Altında arabası, arabasının içi savaş malzemesi dolu, yüreği vatan sevgisi ile çarpan, "Çılgın Türk"lerden olan Ahmet Uslu, Rize’den Antalya’ya, İstanbul’dan Gaziantep’e, Gümüşhane’den Denizli’ye, Fethiye’den Milas’a, Milas’tan ….. daha nice kentimize yolculuk yapacak.
Amaç: Anadolu’nun her köşesine Çanakkale kahramanlarını tanıtmak.
Çanakkale Boğazını geçilmez kılan yiğitlerimizi unutturmamak.
Çanakkale’ye gidemeyenlere, Gelibolu yarımadasını gezdirmek.
Gittiği her yerde Çanakkale savaşını yeniden yaşatmak. Duymalarını, görmelerini, hissetmelerini sağlamak.
Çanakkale destanını yaratan Mehmetçiklerimizin çocuklarından, torunlarından dinlediği anıları Türkiye’ye taşımak.
Çanakkale Şehitliğini yaşatarak Türkiye’nin birliğine, dirliğine, üretimine, kardeşliğine hizmet etmek.
Kimileri oturduğu yerden "vatan", "bayrak" nutukları atıyor!
Kimilere "vatan", "bayrak" "millet", "bağımsızlık", "Atatürk" sözlerine sırtını dönmüş, hainliğe devam ediyor.
Kimileri ulusunu sırtından bıçaklayanları sahipleniyor, "Batı"ya yaranmak için takla atıyor.
Kimileri Soros’un çocuğu olmayı "şeref" kabul ediyor!
Ahmet Uslu, milletine, vatanına sahip çıkmayı namus biliyor.
Yolun açık olsun Ahmet Uslu..
"Çanakkale’den Anadolu"ya adını verdiği ve Çanakkale savaş malzemelerinden oluşturduğu sergiyle Anadolu’yu dolaşan Sayın Ahmet Uslu geçtiğimiz pazartesi gününden beri Milas’ta. Bugün ve yarın da Milas’ta olacak.
Kendisiyle Çanakkale savaşlarını konuştum.
İnanılmaz şeyler anlattı Sayın Uslu
Örneğin, savaş malzemelerinin Devletimiz tarafından hem de ihale yoluyla satıldığından şikâyetçi oldu.
Köylülerimizin savaş artıklarını bir paket sigaraya sattıklarını dile getirdi.
Savaş malzemelerinin eritilerek tencere, tava olarak bize geri döndürüldüğünü söyledi.
İşte sorularım işte Sayın Ahmet Uslu’nun yanıtları:
Ahmet Uslu kimdir?
Çanakkale’nin, Çan ilçesinde doğdum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldum. Yüksek Öğretmen Okulu’nda tarihi okudum. Eğitim hayatımı tarih okuyarak tamamladım. Halen Çanakkale gibi tarihi bir kentte, tarih okumaya devam ediyorum.
Çanakkale savaşlarına ilginiz nasıl başladı?
Kendimi bildim bileli Çanakkale savaşlarıyla yakından ilgilendin. Çanakkale Savaşlarına olan ilgim üniversiteden mezun olduktan sonra devam etti. 30 yıl Çanakkale savaş malzemelerini topladım. Sonra bunları sadece benim bilmemin bencillik olacağını düşünerek Çanakkale’nin içinde bir galeri, daha sonra da savaşların geçtiği Seddülbahir köyünde müze açtım.
Seddülbahir Köyü’nün bulunduğu yer ve etrafı; iki-üç gecede 15-16 bin şehidin verildiği, kanlı savaşların geçtiği bölgedir.
Müzemizde dönemin kılık-kıyafet, kap-kacak, tüfek, matara, elbise … her şeyini görmek mümkündür. Yeni tarihçi anlayışıyla, bölgeme ve ülkeme yepyeni bir müze kazandırmak için mücadele verdim. Bölgeye gelenlerin ilgisini çekmeyi başardım ki; müzemizi170 bin gibi küçümsenmeyen sayıda izleyici ve misafir gezmiştir.
Bir süre sonra bazı belediye başkanlarımızdan müzenin Anadolu’ya taşınması gerektiği üzerinde talepler almaya başladım. Bu istekler üzerine Ankara Keçiören’de ilk gezici sergimizi başlattık. Bir başladık pir başladık, bugün 63.’inde Milas’tayım.
Üçüncü senede 63. sergimi sunmaktan gurur ve mutluluk duyuyorum.
Türkiye’nin bütün illerini gezmenize az kalmış gibi.
Rize’den Alanya’ya, Antep’ten Ayvalık’a kadar bizi davet eden her yere gitmeye gayret ettim.
Tarih öğretmeni olarak çalıştınız mı?
Çok kısa bir dönem çalıştım. Ama o günlerde bile Çanakkale savaşlarını araştırmayı ihmal etmedim. Çanakkale savaşlarının geçtiği yerlerin tarihçisi olmaya gayret ettim. Araştırmalarım, bulgularım hep bu yönde oldu. Okudum, araştırdım, köy, köy, gezdim., tanıklarla konuştum. Şehitlerimizin çocuklarıyla, torunlarıyla birlikte oldum.
Çanakkale’de doğmamış olsaydınız, böyle bir çalışmanın içinde olur muydunuz?
Doğrusunu söylemek gerekirse, biraz zor olurdum. Belki Çanakkale savaşlarıyla ilgilenirdim. Çanakkale savaşlarını anlatan kitapları Ankara’dan, İstanbul’dan ya da başka illerden yazan araştırmacıların, tarihçilerin kitaplarını okurdum. Çanakkale savaşlarını kitaplardan öğrenirdim. Ama dünyanın parmak ısırdığı savaşların yapıldığı Çanakkale’de doğmuş olmam, tarih eğitimi almam, beni doğduğum kentin tarihini araştırmaya itmiştir. Örneğin Çanakkale Gazileri isimli bir kitabım var. Ben bu kitabı oturarak yazmadım. Anadolu’daki gazileri ya da gazilerimizin çocuklarını bularak, bire bir dinleyerek yazdım.
Müze çalışmanızdan ayrı bir de kitabınız var öyle mi?
Evet, övünmek gibi olmasın, konusunda tek bir kitaptır. Kitap ta anlattıklarımın tamamı gerçektir. Örneğin bugün Milas’tayım, bir gazi torunu gelip, "benim dedem de Çanakkale gazisiydi" dediğinde, hemen ondan bir şeyler kapmaya çaba gösteririm. "Dedeniz Çanakkale savaşlarıyla ilgili neleri anlatırdı?" Sorusunu sorarım. Gazi nasıl yaşadı? Maaş aldı mı, almadı mı? Onu öğrenirim.
Bu anlamda Çanakkale savaşları ile ilgili araştırmam devam etmektedir. Her sergimin ardından yeni kişiler tanıyorum, savaşa katılmış gazilerimizin çocuklarından, torunlarından yeni şeyler öğreniyorum ve artık yok olmaya yüz tutmuş anıları yazarak gün yüzüne çıkarıyor ve kitaplaştırarak ölümsüzleştiriyorum.
1915’te yaşananları günümüze taşıyorsunuz. Çanakkale savaşlarına katılmış gazilerin torunlarını dinleyerek tarihin kaybolmasını da önlüyorsunuz. Yani sınıfta tarih öğretmeni olmak yerine Türkiye’nin tarih öğretmeni olmasını yeğlemişsiniz. Ne mutlu size.
Çok güzel ifade ettiniz. Hakikaten öyle. Ben bununla mutlu oluyorum. Bildiklerimi, gördüklerimi, duyduklarımı herkesin bilmesini, duymasını ve görmesini istiyorum. Böyle olmalı ki bizden sonra gelecek kuşaklar geçmişini unutmasın. Bildiğiniz gibi, geçmişi olmayanın geleceği de olmaz. Biz geçmişimize sahip çıkarak geleceğimizi kurmaya gayret ediyoruz.
Malzemelerimizi sergilemekle o bölge insanına büyük hizmet yaptığıma inanıyorum. Halktan kişiler öyle güzel, öyle özlü şeyler anlatıyor ki; onun anlattıklarını parayla, pulla karşılamamız mümkün değildir. Bir önceki sergimizde Fethiye’de, bir Çanakkale gazisinin oğlundan çok şey öğrendim. Çanakkale savaşlarının bilinmeyenlerini Anadolu’da çözüyorum. Çanakkale savaşlarının gizemini Çanakkale’den dönenlerin torunlarına, oğullarına anlattıklarını dinleyerek bilinmeyenlere ulaşıyorum.
30 yıldır araştırıyorsunuz. Bulgulara nasıl ulaşıyorsunuz? Nerede ne var nereden biliyorsunuz?
Bölge 1934’e kadar askeri bölgedir. Kimse girememiştir. Savaştan kalanlar olduğu gibi kalmıştır. O yılları yaşayanlar işte şurada top arabası vardı, şurada İngilizlerin at arabaları vardı. Şurada düşmanla karşılaştık, şurada düşmanın toplarına karşı siperdeydik Canlı tanıklar yaşadıklarını canlı olarak anlattılar. Fakat 1934’ten sonra Romanya’dan mübadele ile gelen ve Çanakkale’de iki köye yerleştirilen köylülerden bazıları 1980’lere kadar tarlalarında buldukları malzemeleri satarak geçimlerini sağlamışlardır.
Kime satmışlar?
Köy bakkalına. Köy bakkalı hurdacının temsilcisi gibi çalışmıştır. Köylüden topladığı savaş malzemelerini anlaştığı hurdacıya satmıştır. Köylümüz tarlasında bulduklarını yüklüyor el arabasına varıyor bakkalın yanına. Orada ayırmaya başlıyorlar. Bakırlar bir yana, demir bir yana alüminyum bir yana; karşılığında ne alıyorlar biliyor musunuz? Bir paket sigara!
Daha da acısını söyleyeyim; Osmanlı’nın mataraları hurdacılar vasıtasıyla İstanbul’a gidiyor fabrikalarda eritiliyor, bize alüminyum tava, tencere olarak geri dönüyor!
Aç ve yoksul köylülerimizin cahilliğini bir tarafa bırakıyorum. Hatta onları bir anlamda affedebiliyorum. Ama dünyanın hayran olduğu savaş malzemesi hazineyi satanları affetmiyorum.
Kim sattı?
Devlet sattı! 1952 yılında devlet bir ihale yapar ve bölgedeki bütün malzemeleri satar! İhaleyle.
Çok önemli şeyler söylüyorsunuz. Devletimiz Çanakkale savaşından kalan malzemeleri ihale ile sattı öyle mi?
Evet sattı. Ve ihaleyi bir İtalyan firması kazanmıştır. Topladığı savaş artığı malzemeleri İtalya’ya götürmüştür.
Bu ne aymazlık efendim. Dedelerimizi şehit verdiğimiz Çanakkale savaşlarından kalan savaş malzemelerini gözü gibi koruması gereken devletimiz bunları satıyor. Ben bunu tarihi silmek gibi algılıyorum.
Aynen katılıyorum Devlet satar da köylü satmaz mı?
Peki, bunu neye bağlıyorsunuz?
Devletin ihmalkârlığına bağlıyorum! 1934’e kadar askeri bölge olup ta eğer askeri bölge olarak devam etmiş olsaydı şimdi şu an Çanakkale geçen yıl aldığı resmi ziyaretçi sayısı 742 bindi, kimse kendini kandırmasın 3 milyon, 5 milyon diye, en fazla kayda geçmeyenlerle birlikte 1 milyon ziyaretçisi olmuştur. Ama olduğu gibi korunmuş olsaydı bugün bu sayının 20 milyondan aşağı düşmesi mümkün değildi. Çanakkale’de geziyorsunuz bir yanınızda büyük bir top, diğer yanınızda İngiliz arabası, onun yanında siperler, onun yanında tüfekler, ama şimdi ne siper var, ne top var! Hiçbir şey yok! Biliyorsunuz o gözüken siperlerde daha sonra yapılmıştır.
Gördüğümüz siperler asıl siperler değil mi?
Değil. Ziyaretçilerin gezdiği hiçbir yerde gerçek siper kalmamıştır. Aynı yerlerdedir belki, ama orijinal siperler değildir hepsi sonradan yapılmıştır. Orijinal siperler sadece Zığın derenin için de bir de Conkbayırı’nın bir kısmında kalmıştır: Onlarda ziyaretçilerin ulaşabileceği yerler değildir. Oralara ayak basılmadığı için bozulmadan kalmıştır.
Ziyaretçinin ayak bastığı yerlerde kaybolan şeyler mi oluyor?
Şöyle, merak ediliyor. Bulunan şey kazılıyor, çoğu zamanda yanlış yapılıyor. Ve o malzeme kayboluyor.
Ama insanlar orayı görmeliler, görmek içinde oraya girmeleri gerekiyor. Tarih öyle öğrenilecek.
Çanakkale değişik bir yer. Çanakkale’ye gelen ziyaretçi çok büyük bir iş yaptığını düşünüyor.
Örneğin "şehitlerin malzemesi için müze açılır mı" diyenler var. Hâlbuki bu müze açılacak ki, gelen görsün, ibret alsın.
Neden müze açılmasına karşı çıkıyorlar?
İşte şehitlerin bir düğmesinin bile kutsal olduğunu düşünüyorlar. Tabi ki kutsal, ama korursanız kutsaldır. Korumazsanız yitip gider. Toprağın altında kalırsa onu kimseye gösteremezsiniz. Kimse de ondan haberdar olmaz. Şunu anlatmaya çalışıyorum. Gelen ziyaretçi öyle bir duygu yüklü olarak geliyor ki, günün, çağın her şeyine karşı çıkıyor orada. Örneğin oradaki köylerde bira satanlar var. Biz çok duyarız bu bölgede bira içilir mi diye. Bunu söyleyenler kendilerine göre haklılar.
Gelibolu yarımadası ile Çanakkale farklı mı oluyor?
Evet, Çanakkale’den karşıya geçtikten sonra ziyaretçi kendisini uhrevi bir havada görüyor. Savaşı hissediyor. O duygularla adeta mest oluyor. O duygular içinde bir bira reklamını gördüğünde kızıyor. Bu duygu bir başka yerde yaşanmıyor. Bodrum’da, Milas’ta yaşanmıyor. Çünkü Çanakkale’de dedesi ya da komşusu, arkadaşının babası veya bir hemşehrisi şehit düşmüştür.
Bu anlattıklarınızı ben de bire bir yaşadığımı söyleyebilirim. Çanakkale’de öğretmen olarak çalışmıştım. O zamanlarda şehitliğimizi ziyaret etmiştim. İki sene öncede ADD’li dostlarımızla birlikte şehitliğimizi ziyaret ettik. Gerçekten, insan Gelibolu yarımadasını gezerken toprağa basmaktan korkuyor. Adı bilinmeyen bir şehidin toprağına basabilirim korkusu insanı ürpertiyor.
Dünya’nın hiçbir yerinde böyle bir ziyaretçi profil’i olacağını sanmıyorum. İnsanlar yürekleriyle, duygularıyla geziyorlar. Çanakkale savaşının yapıldığı yerleri gezenlerin gözleri hep yaşlıdır. Ellerinde mendille dolaşırlar. Bu da bizim insanımızın yurtseverliğini gösteriyor.
Bir belediye başkanı anlatmıştı, Hac’ca gittiğinde yoğun duygular yaşadığını tarif etmişti. Aynı duyguları Gelibolu yarımadasını gezdiğinde duyduğunu içtenlikle anlatmıştı.
Neden böyle bir duygu yoğunluğu yaşanıyor?
Çanakkale’de Kürt’ü var, Laz’ı var, Çerkez’i var, Çanakkale’de bir millet var. Çanakkale’de ayırımcılık yok. Birliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde Çanakkale de yaşananları milletimize iyi anlatmalıyız. Bizi birbirimize kırdırmaya çalışanların oyununa gelmemeliyiz.
Çanakkale; kahramanlığın, yurtseverliğin, birlik ve beraberliğin yıkılmaz kalesidir.
Çanakkale, cumhuriyetimizin ön sözü olmuştur.
Bu söylediklerinize katılıyorum. Ancak gerek politik, gerek sosyal açıdan bu söylediklerinizin yeterince yerine getirilmediğine inanıyorum. Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Gezdiğim yerlerde bunu çok iyi görüyorum. Bu geziler sırasında bazı vatandaşlarımız bana gelip utanarak, sıkılarak Doğu kökenli olduklarını, amcasının, dedesinin Çanakkale’de şehit olduğunu büyük bir gururla anlatıyorlar. Bana göre devlet bunu bir politika haline getirmelidir. Hiç unutmam. Yaşlı bir amca Allah’tan tek istediğim, 550 milletvekilimizin yemin törenini Çanakkale Şehitliğinde yapmaları olduğunu söylemişti.
Bence de güzel bir teklif
Evet, buradan nereye varıyoruz, Devlet, bizim gibi düşünen tarihçileri de yanına alarak Çanakkale’yi Güneydoğu’da anlatmalıdır. Trilyonlar harcayarak terörü önlemeye çalışıyoruz, bunun yüzde biri harcamasıyla Çanakkale’yi anlatsak çok daha başarılı olacağımıza inanıyorum. Bu konuda TRT’miz bir adım attı. Benim, "Çanakkale Gazilerimiz" isimli kitabım şu anda Kürtçe yayın yapan TRT - ŞEŞ’te yayınlanmak üzere çekimleri yapılıyor.
Kitabımda yer alan Doğu kökenli Çanakkale savaşları şehitlerimiz TRT’de tanıtılıyor. Bu dizi 13 bölüm halinde yayınlanacak.
Özellikle emperyalist çevrelerce "Kürt meselesi" diye dayatılan ve "sorun" olarak gösterilen uyduruk meselenin çözümünde Çanakkale şehitlerimizin anlatılması hayatı değer taşımaktadır. Öyle mi?
Şunu anlatmaya çalışıyorum. Çanakkale gibi elinizde çok önemli bir malzeme var. Binim gibi sırtında müzesini diyar diyar dolaştıran bir adam var. Götür bizi Dıyarbakır’a, Hakkari’ye, Van’a "gitmiyorum" demedim ki; bir gör bakalım halk nasıl davranıyor. Halk Çanakkale’ye nasıl sahip çıkıyor, ona göre tedbirini al.
Siz böyle bir teklifte bulundunuz mu?
Bu bizim kararımızla olacak şey değil. Beni birileri götürecek ben de oraya gitmezsem o zaman konuşsunlar.
Örneğin İçişleri Bakanlığı aracılığıyla Güneydoğu’ya gitmeniz mümkün olamaz mı?
Ben, bana gelecek bütün taleplere açığım. Benim için Vatanımın her tarafı kutsaldır. Çanakkale bir ruhtur. Çanakkale cumhuriyetin önsözüdür. Şuna yürekten inanıyorum her yerde de bize sahip çıkarlar. Çünkü yurdumuzun her yöresinde mutlaka bir Çanakkale şehidimiz vardır.
Çanakkale şehitlerimizin sayısı hakkında farklı sayılar öne sürülüyor, sizin bu konudaki tespitiniz nedir?
Bu konuda şehit ve kayıp ayırımını iyi yapmamız gerekiyor. Yani bir ordunun şehit miktarı ayrı, kayıp miktarı ayrıdır. İngilizlerin resmi rakamlarına göre düşmanlarımızın 49 bin ölümlü kayıpları var. Ancak bunun içine savaştan kaçan firarileri, kayıpları, hastalık nedeniyle ölümleri de katarsanız rakam 250 bini buluyor.
Bizde de aynı şekilde. Milli Savunma Bakanlığı’nın isim isim yayınladığı 48-49 bin şehidimiz var. Ancak kayıtlara geçmeyip özellikle Batı Anadolu’dan Çanakkale savaşlarına katılmaya gidenler var. Milis gibi savaşanlar var. Bunların isimleri geçmiyor. Bunlarla birlikte gönüllüler var. Ben bu kayıpların 50-60 bin rakamında olacağını düşünüyorum. 100 bin yaralımızın olduğunu biliyorum. Mesela 19 Mayıs 1915’te ki 4 saatlik saldırıda 10 bin kayıbımız var. 3600 şehit, 6400 yaralı. 50 bin şehidin olduğu bir savaşta 100-150 bin yaralının olması çok normal. Firara edenleri, hastalıktan ölenleri de katarsanız bizim kayıplarımızında 250 bini bulduğu anlaşılıyor.
Fark şu: Düşman denizden üç noktada siperlerimize ateş ederek bize kayıp verdirirken, biz, özellikle geceleri düşman siperlerine saldırarak onlara kayıp verdirdik.
Bizimkiler ölüme bilerek gitmişler
Evet, Mustafa Kemal Atatürk diyor ki, "3 dakika sonra öleceğini bilerek savaşa hazırlanıyor" bizim askerimiz. Ali Çavuşun anlatımına göre, bölük bölük hücuma kalkıyoruz diyor. Geride kalan sırası gelen bölükler heyecan içinde hararetle bekliyor yüzbaşı acele etmeyin çocuklarım şimdi sıra bize gelecek der. Tüfeklere teyemmüm yapan askerlere "er kişi niyetini" diye uzaktan bağırdım. Kendi cenaze namazını kılan bir askerin ruhunu düşünürsek Çanakkale savaşının ruhunu ortaya çıkarıyoruz. Askerin başarısının arkasındaki gücü ortaya çıkarıyoruz. Türk askeri Çanakkale’de kahramanlığıyla ve iman dolu göğsüyle bu savaşı kazanmıştır.
Bazıların öne sürdüğü safsatalara katılmıyorum. İşte İngilizleri bulutlar aldı götürdü gibi sözlerine katılmak mümkün değil. Askerimizin kahramanlığı ile yok ettiği düşman taburunu bazı tarihçi geçinenler "bulutlar aldı götürdü" safsataları yaymaktadırlar. Bu Türk askerine hakarettir. Safsataya bakın "Bir aksakallı gelmiş bütün ordu bu aksakallıdan su içerek geçmiş." Güler misin ağlar mısın? Bu aksakallı Enver Paşa’nın önünden niye geçmiyor? Manevi duyguların olmadığı bir Çanakkale’yi düşünmek mümkün değildir. Ama kahramanlık ve iman dolu göğüsle kazanılmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale savaşlarındaki kahramanlılığını, önderliğini, komutanlığını inkâr eden, yok sayan tarihçilerin tutumuna ne dersiniz?
Bildiğiniz gibi bazı çevreler Çanakkale savaşlarını anlatırken Mustafa Kemal’den söz etmezler. Deniz savaşlarında Mustafa Kemal’in bir dâhiliği yoktur. Eceabat’ta bir tümenin komutanıdır. Ama Deniz savaşları bir gün sürmüş ve 18 Mart günü bitmiştir. Düşman 25 Nisan’dan iki taraftan ana, üç taraftan da gösteri çıkarmasıyla 5 taraftan birden saldırmış Mustafa Kemal saat 06.15 civarlarında haber aldığı çıkarmayı saat 10.15 civarında Conkbayarı’nda komutanlarından bile gerekli izni almadan karşılayarak Conkbayarı’nın dolayısıyla Çimentepe’nin düşmesini önleyerek İstanbul’u kurtarmıştır. Mustafa Kemal 10 Ağustos zaferiyle İstanbul’u ikinci kez kurtarmıştır. Mustafa Kemal 13 Ağustos’ta Kireçtepe’de yaptığı manevrayla iki taburu yer değiştirerek İstanbul’un kapısını bir daha kurtarmıştır. Böyle bir askere Çanakkale’de yer vermemek, Çanakkale’den bahsederken Mustafa Kemal’den bahsetmemek mümkün değildir. Mustafa Kemal’den bahseden bir gazinin oğluyla karşılaştım. Çanakkale’de 5-6 siper arkamızdan yüksek sesle bağırarak emir verirdi. Yani çok yakındı demek istiyor. Yani cephenin önünde duran bir komutandı.
Benim müzemin amacı da bu; Mustafa Kemalsiz bir Çanakkale savaşı anlatılamaz. Bazı çevreler Cevat Paşayı Mustafa Kemal’e alternatif gibi gösterirler.
Mustafa Kemal geleceği gören, gerektiğinde en ön safta savaşan ve askeri bir deha olarak saldırının nereden geleceğini doğru gören bir komutandır.
Müzenizde düşman kalan parçalar da var mı?
Var tabii. Düşmandan kalan parça sayısı daha da çoktur. Çünkü düşman sanayi devrimini tamamlamış düşmanın ayağında bot var. Türk askerinin ayağında çarık var. Düşmandan kalan malzeme daha kaliteli. Düşmandan kalan ayakkabıları köylülerimiz giymişler.
Çanakkale savaşları sırasında çekildiği ileri sürülen bir fotoğraf var, kimi "evet var", kimi "hayır böyle bir fotoğraf yok" diyor. Siz ne diyorsunuz?
Bir tarihçi olarak, Çanakkale savaşları uzmanı olarak O askerler kesinlikle Çanakkale savaşında bulunmadılar. Zaten fotoğrafın arkasında 1918 yazısı çıktı. O askerlerin Çanakkale askeri olmadığını ispat edebilirim. Ayakkabısından, parmağındaki yüzükten … o resmin üzerinde işte şaklaban Türkler yazar. Bunu bir Alman fotoğrafçı çekmiştir.
Resimlediler?
Resimdekiler Türk’tür ama resimler Kanada’dan çıkmıştır. Fotoğrafı çeken fotoğrafçı daha sonra Almanya’ya dönmüş 2. dünya savaşı çıkınca askere gitmemek için Kanada’ya yerleşmiştir. Kanadalı torunu bulmuştur bu fotoğrafları böyle fotoğraf çok azdır.
Resimdekiler asker değil, ancak Türk köylüsüdür. Çünkü, bir er, subay kıyafeti giyemez. Oysa fotoğrafta bir askerin üzerinde Türk subay elbisesi, diğerinde er giyisisi vardır. Birinde ayakkabı var. Diğerinde tertemiz çorap var.
Bu fotoğraftan bazıları milyon dolarlar kazandılar. Çanakkale’de böyle bir asker yok.
Özetle, Çanakkale savaşlarında bizim gücümüzü ve düşmanın gücünü karşılaştırır mısınız?
Düşman deniz yoluyla boğazı geçemeyeceğini anlayınca, karadan geçmek için çok asker tahkim etti. Osmanlı bunu fark ederek önemli savunma noktalarını kurdu. Siperlerini kazdırdı. Beklemeye başladı. Yani Osmanlı hazırlıksız yakalanmadı. Alman yardımı da gelmişti. İngilizler ezici bir ateş üstünlüğü ile bize kayıp verdirdiler. Ama gece olunca biz İngilizlerin siperlerine girerek onları denize kadar götürüyorduk. Fakat hava ışılamaya başlayınca siperlerimize dönmek zorunda kalıyorduk. Çanakkale savaşları şartların eşit olmadığı bir savaştır. Onarlın 17800 metre menzilli toplarıyla baş etmeye çalıştık. Bizim toplarımız 10 bin 12 menzilliydi. Avusturya/Macaristan’dan iki tane 42,5’lik top geldi. İngiliz gemileri ondan sonra geri çekilmek zorunda kaldı. Dünyanın en az zayiatla geri çekilme hareketini İngilizler Çanakkale’de başarmışlardır. Teknoloji, silah ve malzeme bolluğu açısından bizden çok üstünler. Bizde malzeme eksikliği çok. Osmanlının top mermilerinde patlamama olasalığı çok fazla.
Çanakkale savaşlarında siperlerdeki askerlerin birbirlerine sigara attıkları, yemek verdikleri söylenir. Doğru mudur?
Evet doğrudur. Siperlerdeki askerler, zaman zaman birbirlerine seslenmişler, sigara, yemek alışverişinde bulunmuşlardır. İngilizler konserve yediklerinden kapızlık çekiyor, Türkler de kapız olsunlar diye bizim siperdekilere konserve kutularını atıyorlar. Bizim askerimiz de kayısı, kuru gıda yemektedir, bu nedenle ishal vardır. Bizimkiler de şapka içinde onlara kuru kayısı atarlar. 25 Mayıs’ta bir günlük ateş kes ilan edilir. Bu sırada yan yana gelen askerler olmuştur. İngiliz askerler anılarında Türk askerinin elbise düğmesini kendisine verdiğini, kendisisinde Türk askerine sigara verdiğini anlatır. İnsan bunlar nihayet. Mendil vermeler, sigara verme olayları yaşanmıştır. Bu yaklaşımdan sonra Çanakkale savaşlarının kimyasının bozulduğu söylenir.
Çanakkale savaşları anlatılınca tıbbiyeli gençlerden söz edilir. İşin aslı nedir?
Çanakkale savaşlarında sadece tıbbiyeliler gitmedeki; hukukçular da aynı kıyımla karşılaştılar. O dönem hukuk fakültesi de mezun veremedi. Örneğin düşmana ilk kurşunu sıkan İstanbul hukuk talebesi Hayrettin asteğmendir. 160 İngiliz’i öldürmüştür. Bu bölük çekile çekile Mustafa Kemal’le Conkbayırı’nda karşılaşmıştır. Tıbbiyelilerin büyük kahramanlığı vatanseverliği takdire şayandır. Ancak, hemen hemen gruplardan Çanakkale şehidimiz vardır.
Çanakkale savaşının dünyadaki etkisi ne oldu?
Çanakkale’de kapılar kapanınca Rusya’ya yardım gidemedi. Bolşevik ihtilalını çabuklaştırdı. Eğer İngilizler Çanakkale’yi geçselerdi ve Ruslar da İstanbul’a gelmiş olsaydılar, Rusya’nın 700 yıllık hayali gerçekleşmiş olacaktı.
Bir de dünya savaşının uzamasına neden olmuştur. Çanakkale geçilseydi, Osmanlı yok olacaktı, emperyalist devletlerde Osmanlıyı daha erken paylaşacak yenmiş olacaklardı.
Çanakkale savaşları Anadolu’ya yapılan ilk saldırıdır. 1071’de kapılarını açtığımız Anadolu, böylesine dünya tarihine geçecek saldırıyı ilk kez yaşamıştır.
Çanakkale savaşları Türk askerinin zor şartlarda bile nasıl çelik bir yüreğe sahip olduğunu da göstermiştir.
Mustafa Kemal’in "Sarı Paşa" olarak Türk ulusunun gönlünde taht kurması ve Kurtuluş savaşımızın başarıya ulaşması için Anadolu’ya geçmesi ve O’na katılmasını sağlamıştır.
Çanakkale savaşları Kurtuluş Savaşımızın önderini Türk ulusuna sunmuştur.
Sergiyi gezenlerin tepkisini nasıl buluyorsunuz?
Sergiyi ziyaret edenlerin gözlerinden memnun ayrıldıklarını görüyorum. Atalarıyla gurur duyduklarına tanık oluyorum.
Ben de, sergide gördükleri her malzemenin cumhuriyetimizin kurulmasına katkı sağlandığını idrak edilmesini istiyorum.
Böylesine anlamlı bir sergi ile Milas’a geldiğiniz için ve verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim. Size kolaylıklar diliyorum.
Bana bu olanağı verdiğiniz için size ve gazetenize teşekkür ediyorum.
Bu söyleşiyi gerçekleştirmek üzere Düğün salonuna gittiğimde Belediye Başkanımız Sayın Hürol Önder’le karşılaştım. Sergiyi birlikte gezdik.
Duygularını sordum. Aynen şunları söyledi.
"Vatanı sevmek sadece onun uğruna ölmek değildir. Vatanı sevmek sadece bağlar, bahçeler, yollar, parklar açmak ta değildir. Vatanı sevmek sadece fabrikalar, üretim yerleri açmakta değildir. Vatanı sevmek aynı zamanda şehitleri unutmamaktır. Vatanı sevmek, gazilerimize sahip çıkmaktır. Vatanı sevmek, vatanı uğruna şehit düşenleri gönülden, akıldan çıkarmamaktır. Vatanı sevmek, Atalarımızın kahramanlığını, bağımsızlık aşkını, yurtseverlik duygularını, gelecek kuşaklara aktarmaktır.
İşte biz, bu sergiyle, vatanı için şehit olanları; vatanına, ülkesine, Atatürk’e büyük bir sevgi ve saygı ile bağlı olan Milaslılarla buluşturarak yurtseverlik görevimizi yerine getirdik."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder